Utku Cevre

Sen İnşa Et, İnsanlar Gelecektir

Apple TV'den hiç film kiraladınız mı bilmiyorum. Biz ilk defa bu hafta denedik. Netflix, Prime Video, BluTV ve benzeri dijital platformların bu kadar bol, aboneliklerimizi devamlı kılmaya yöneliklerin çalışmaların da şaşırtıcı derecede kişiye özel ve etkili olduğu bu dönemde, esasında aradığınız bir filmi abone olduğunuz herhangi bir platformda bulmanız çok olası (HD Film İzle tarzı siteleri, filmi yapanların emeğine haksızlık olduğu için tabii ki kast ettiğim dijital platformların arasına almıyorum). Hatta JustWatch gibi uygulamalar üzerinden, bir filmin o an hangi dijital platformda gösterildiğini takip etmeniz de mümkün. Field of Dreams'i tekrar izleyelim diyerek uygulamayı sorguladığımızda yalnızca Apple TV'de olduğunu gördük ve 3,99 TL karşılığında deneyimledik. Mantık şöyle, kiraladığınız filmi 30 gün içinde açmanızı bekliyor, yani sonsuza kadar kenara atıp biriktiremiyorsunuz. Filmi açtıktan sonra da 48 saat içinde bitirmenizi bekliyor. Ben bu bakımdan sistemi 90'lı yıllarda birçok ailenin üye olduğu, her mahallede bulunan videokulüplere benzettim. O zaman da videokulüplerin zengin film arşivi içinden seçtiğimiz bir veya iki filmi kiralayıp eve getirir, iki gün gibi bir süre sonunda da geri götürürdük. Filmlerin sahibi olmazdık. Yeni çıkan filmleri Raksotek mağazalarından yine video kaset olarak satın alabilirdik, kimisini de alırdık tabii ki ama izleme hacmimizin çoğunluğunu videokulüpten kiralanan filmler oluştururdu. Apple TV'de de 16,99 TL karşılığında filmi satın alabiliyorsunuz ancak lisansı yenilenmezse filmi satın almış olsanız da izleyemezsiniz, dolayısıyla kiralamak daha mantıklı. Şimdi hem Field of Dreams hem de bu sahip olma/kiralama ikilemi bana bu yazıyı kaleme aldırdı.

fieldofdreams2

İzleyenlerin bileceği, izlemeyenlerin de bu yazıdan detaylı incelemesini okuyabileceği gibi Field of Dreams filmi, Iowa'da çiftliğinin ortasına bir beyzbol sahası inşa eden baş karakter Ray Kinsella'ya salık verilen şu mottoyu baz alır:

You build it, people will come (Sen inşa et, insanlar gelecektir).

Bu ilginç bir nokta, çünkü 21. yüzyıl ve Arthur C. Clarke'ın dediği gibi sihirden ayırdedilemeyecek düzeyde gelişmiş teknoloji, insanoğlunu son derece sonuç odaklı olma alışkanlığına itti. Çabuk sonuç vermeyen bir şeyin faydasız ve verimsiz, sebatla sonuç almanın neredeyse imkansız olduğunu düşünüyoruz. Yeri gelmişken ve yukarıda adı geçmişken, 2001: Uzay Macerası ve Rama serileriyle ünlü bilimkurgu yazarı Clarke'ın denemelerini topladığı 1962 tarihli Profiles of the Future isimli kitapta sözünü ettiği üç yasayı (diğer bir deyişle Clarke Yasalarını) paylaşmak isterim:

  1. Saygın, ancak yaşlı bir bilim insanı bir şeyin mümkün olduğunu söylerse, büyük ihtimalle haklıdır. Bir şeyin imkansız olduğunu söylerse, büyük ihtimalle yanılıyordur.
  2. Olanağın sınırlarını keşfetmenin tek yolu, olanaksızlık doğrultusunda onun biraz ötesine geçmeye çalışmaktır.
  3. Yeterince gelişmiş bir teknoloji, sihirden ayırt edilemez.

HAL

Yani Clarke diyor ki, imkansız diye bir şey yoktur, imkansızlığı yenme korkusu ve az teknoloji vardır. Günümüzü düşünelim. Cebimizde taşıdığımız biraz plastik biraz metalden yapılma kutulara parmaklarımızı değdiriyoruz, 15 dakika sonra kapımıza sıcak yemek geliyor (Pekin'deysek yemeği de dört pervaneli metal bir kuş getiriyor). Sihirli kutuya sesleniyoruz, tüm sorularımızı cevaplıyor, her dili konuşuyor. Küçük bir maketten, büyük bir binaya kadar her şeyi üç boyutlu olarak neredeyse yoktan oluşturabiliyoruz, canlı hücre içeren balık ve dana etini bile. Golem hikâyesindeki gibi zenginlerin evinde robot köle bulundurması çok yakın. Yani geçmişten gelen birinin sihir diyeceği aksiyonlar, gündelik hayatımız için neredeyse hijyen faktörüne dönüştü. Field of Dreams'te uzun süredir eser üretmeyen yazar karakter Terence Mann'i aramak için internete girmiyorlar, kütüphaneye gidiyorlar, çünkü film 1989 yapımı ve Sir Tim Berners-Lee'nin World Wide Web'i (www) duyurmasına daha iki yıl var. Arama motorunda ilk sayfada çıkmadığı için öğrenmekten vazgeçtiğiniz onca şeyi düşünün. Gelişen teknoloji bizleri her şeyi hemen isteyen bir dünya nesli haline getirdi. Beyzbol sahası yapıp insanların gelmesini beklemek için sabrımız kalmadı.

Peki sözü buradan kiralama konusuna bağlayalım mı? Geniş bant internet ilk defa yaygınlaştığında bütün dünya peer-to-peer dosya paylaşım ağları üzerinden içerik indirme telaşındaydı. Internet hızları, özellikle video gibi yüksek boyutlu veriye gerçek zamanlı erişim için düşüktü (alt metinlerinden birisi bu teknolojik gelişim olan - ters köşe ve kimilerini rahatsız edebilecek - Pam & Tommy dizisini de buraya öneri olarak eklemiş olayım). Bu yüzden herkes günler boyu uğraşıp didinerek, film, dizi, şarkı, makale, artık Internet'te ne varsa hepsini indirip harici hard disklere atardı. Bunları fiziksel olarak satın almak çok pahalıydı. Tabii yıllar içinde hız arttıkça bulut servisleri de çoğaldı, derken artık herhangi bir şeyi indirip saklamaya gerek kalmadı. Bilgi, makul sayılabilecek abonelik bedelleri karşılığında gerçek zamanlı olarak ulaşılabilir oldu. O kadar ki, sosyal medya algoritmaları artık ulaşmak istediğiniz bilgiyi bile tahmin edip karşınıza çıkarabilir hale geldi. Bant genişliği, içerik ve ücretler konusundaki kıtlık bitti, tek kıt olan şey olarak zamanımız kaldı. Bo Burnham'ın Welcome to The Internet şarkısı bu süreci daha geniş ve çok da eğlenceli bir biçimde anlatıyor:

Çevrimiçi dünyada, kiralama kavramını yaklaşım olarak geçmişte her şeyi hemen istemediğimiz döneme ait ve yeniden keşfedilmesinde zarar olmayan bir sistem olarak görüyorum. Seçiyorsunuz (sizin için seçilmiyor), satın almaya göre ufak da kalsa, yine de bir parasal bedel ödüyorsunuz (Sosyal medya için kullanılan şu meşhur sözdeki duruma düşmemek için: "Bir ürün bedavaysa o zaman ürün aslında sizsiniz demektir!") ve sanırım en önemlisi, başlangıcı ve sonu var. Siz ne kadar sürmesini isterseniz o kadar sürüyor. Biraz naif bir düşünce tarzı. Dünyanın kiralamadan ziyade hızla abonelik sistemlerine gittiğini söyleyebilirim. Gıda için süpermarkete abone olmamız yakındır (üçüncü nesil kahve zincirlerinde bu abonelik sistemini uygulayan Frink gibi uygulamalar halihazırda var. Abone olduğunuz kahve zincirlerinden birine gidip kahve içip ödeme yapmadan çıkıyorsunuz, çünkü ödemeyi aydan aya zaten yapıyorsunuz). "Abone olduğumuz hizmetlerin sahibi kim ve nerede?" sorusu ise güzel ve anlamlı. Süreçleri, detayları bir kenara bırakma alışkanlığımız ile düşünürsek bu sorunun cevabının bir önemi yok. Önemli olan dilediğimiz ve abone olduğumuz için her zaman ulaşabileceğimiz, yani sahibi olmasak da, sürekli yenilenen bir açık büfe kahvaltısı gibi hiç bitmeyen hizmetlere, olabilecek en hızlı şekilde ulaşabilmemiz. Bizleri bilge insandan (Homo Sapiens), tüketici insan (Homo Consumeris) konumuna indirgeyen bu fasit daireden kurtaracak formül ise üretmekten geçiyor. O zaman sonuçtan ziyade sürece değer vermeyi tekrar öğreneceğiz. Beyzbol sahasını inşa edip insanların gelmesini bekleyeceğiz. Yapay zeka ile örülü geleceğimiz de, gerek birey gerekse de ulus olarak nerede duracağımız üzerinden şekillenecek. Tüketici mi olacağız, yoksa üretici mi? Cem Yılmaz'ın meşhur Doritos reklam filmindeki "Biz yiyiciyiz abi!" repliğini hatırlayın.

Yine aynı reklamda sarf ettiği muhteşem replikle kapatalım: "Eğitim şart!"

Sevgiyle kalın.

#yaşam_tarzı