Utku Cevre

Veda

Kötü ejderhayı yendik, altınlarını aldık, kuleyi kuşattık, prensesi kurtardık. “Şimdi ne yapacağız, yeni bir maceraya atılacak mıyız?” diye sordu keskin gözlü elf. Yeşil, üzeri yaldızlı mintanı ejder alevinden paralanmıştı. Etleri görünüyordu. “Altınlavı paylaştıvalım, hile yapanı gövüvsem kellesini uçuvuvum!” diye gürledi cüce. Başına okkalı bir gürz darbesi yedikten sonra sesi bir ton tizleşmiş ve “r” harfini söyleyememeye başlamıştı. Dış görünüşü pis sakallı, korkutucu bir savaşçıyken, konuşmaya başladığında sesi kulağa sevimli bir bahçe cücesi gibi geliyordu. “Önce prensesi ustama götürelim.” diye önerdi genç büyücü. “Üzerindeki lanetin önümüzdeki dolunaya kadar kalkması gerekiyor.” diye de önemle ekledi. Üzerinde manda derisinden komik bir zırh vardı, meyve bıçağıyla bile deşilebilir bir şeydi.

Sorarken de, seçenekler sunarken de hepsi benden onay ister gibi bakıyordu. Liderleri olarak onların zorlu şartlarda hayatta kalması için elimden geleni yapmıştım. İleride ozanlar bir elf okçu, bir cüce savaşçı, genç bir büyücü ve bir insan şövalyenin kahramanlık öykülerini anlatacaklardı. Benimse aklımda ne yeni bir macera ne kazandığımız hazine ne de prensesin sağlık durumu vardı. O an arzu ettiğim tek şey bir bardak çaydı. Omuzlarımda, kollarımda ve bacaklarımda yer alan çelik zırhları çıkardım. Ufak bir kamp ateşi yaktım ve bakır kabıma temiz su doldurup, her zaman yanımda bulundurduğum yasemin çayını demlemeye koyuldum.

Gruba döndüm. “Bu sondu arkadaşlar, sizlere veda vaktim geldi.” dedim. İtirazlarına kulaklarımı tıkayarak oturdum ve çayımı içtim. Altınlardan bir keseyi kemerime takıp, prensesi yanağından öptüm. Atım yolda çatlamıştı. Elfin elini sıkıp batan güneşe doğru yürüdüm. Ardıma da hiç bakmadım.

#kısa öykü