Sıradan İnsanlar Nasıl Kötü Olur?
Sosyal psikoloji çalışmalarının deneyleriyle en popüler olmuş inceleme alanları sanırım sosyal roller, otorite ve itaat. Geçen ay 14 Ekim'de hayata gözlerini yuman, deney ve çalışmalarıyla hem yüceltilmiş hem de tepki görmüş Profesör Philip Zimbardo'nun 1971 tarihli Stanford Hapishane Deneyi (Literatürde Zimbardo Deneyi diye de geçer) işte tam da bu konulara neşter vuruyordu. Zimbardo, sosyal psikolojinin bir başka dehası Stanley Milgram'la tuhaftır, liseden arkadaştı (Merak edip araştırdığım James Monroe High School, Bronx'ta bir devlet okulu ve özel bir müfredatı veya yıldız bir öğretmeni yok. Bu iki önemli bilim insanını özel kılan ortak geçmiş bence lise eğitiminden ziyade, bu eğitimi Senatör McCarthy liderliğindeki baskı ve korku ikliminde geçirmeleriydi. Dönemin atmosferini solumak isteyenlere 2001 tarihli Frank Darabont filmi The Majestic önerilir). Değinmeden geçmenin ayıp olacağı Stanley Milgram'la, kendisini bir başka yazının konusu yapmak üzere vedalaşırken, sosyal psikolojiye ilgi duyanların bileceği yukarıda bahsettiğim deneyi bir de benden dinleyin isterim.
Gazeteye "hapishane hayatı üzerine bir psikolojik çalışma" ismiyle verilen, katılımcı olmak isteyen erkek öğrencilere o günün şartlarına göre iyi bir ücret olan günlük 15 dolar ödeneceğini de belirten bir ilana başvuran 75 adaydan toplam 24 denek seçiliyor. Psikolojik açıdan sağlıklı olmalarına ve suç geçmişleri olmamasına da dikkat ediliyor. Ağustos 1971'de yapılan deneyde, California'daki Stanford Üniversitesi'nin psikoloji bölüm binasının bodrum katı kullanılıyor. Mekan oldukça dar ve iptidai şartları olan yapay hücrelerle dolu. Deneklerin rastgele seçilmiş yarısına mahkum, yarısına ise gardiyan rolü veriliyor. Mahkumlar deney için destek alınan polis kuvvetleri tarafından gerçeğe yakın bir mizasen içinde tutuklanıp bu yapay hapishaneye konuyor, isimleri yok, numara ile sesleniliyor. Gardiyanlara ise yine gerçeğe yakın üniformalar ayarlanıyor ve tahta coplar veriliyor, önden geçmişte gerçekten gardiyanlık yapmış bir danışmanla da sohbet ediyorlar. Zimbardo ve bir asistanı, deneyi yakından gözlemek için hapishane yönetimini canlandırıyorlar. Gardiyanlar geceleri bodrum katı terk ediyor, gündüzleri de mahkumları hizaya sokmak ve kontrol etmek için harcadıkları zamanlar dışında, bodrum katta hücreler için ayrılmış bölümden başka bir yerde vakit geçiriyorlar. Yani arka plan, Ağustos'un California sıcağında minimum havalandırma olan daracık bir ortamda 12 terli adam, hemen ilk günden isyan etmeye başlıyorlar. Önceden gerçek mahkumların neler yapabileceğine yönelik doldurulmuş 12 gardiyan ise, dış görünüş, silah gücü, deneyi sürdürdüğü ortam şartları gibi birçok konuda üstün oldukları gözle görünürken, bu isyana seyirci kalmıyorlar. Neler mi yapıyorlar?
Sosyal Roller Bize Neler Yaptırır?
Örneğin, isyan eden mahkumların üzerine bodrum katta temin ettikleri yangın söndürücüleri sıkıyorlar. Mahkumları soyuyor ve üzerinde yattıkları şilteleri alıyorlar. İsyanı başlatan mahkumlara hücre hapsi veriyorlar. İkinci gün, isyana çok gönüllü olmayan mahkumları ayırıp iyi şartlar sunuyorlar, diğerlerine tuvalete gitmeme cezası veriyorlar, şınav çektiriyorlar ve dalga geçiyorlar. Zihinsel çöküntü yaşayan mahkumlardan ikisi birer gün arayla deneyi terk ediyor. Gardiyanlar tarafından birbirlerinden şüpheye düşürülen mahkumlar, iyi davranılanları gardiyanlara muhbirlik etmekle suçluyorlar. Ziyarete gelen aileleri mahkumlarla görüştürülmüyor, tabii bu durum genç öğrencilerin ebeveynlerinde büyük bir kaygı yaratıyor. Gardiyanlar mahkumların başına torba geçirmeye başlıyor, mahkumlar çaresiz hissetmeye başlıyor, depresif tavırlar sergiliyorlar. Yönetim rolündeki Zimbardo'nun duruma müdahale etmemesi bir başka arkadaşı tarafından eleştiri konusu oluyor ve onun da tıpkı mahkumlar ve gardiyanlar gibi kendisine verilen sosyal role uyum gösterdiği ve aldırmaz olduğunu Zimbardo'ya kuvvetle hatırlatıyor. O da, olayın kontrolden çıktığını anlayıp önceden belirlenen iki haftalık süreyi doldurmadan, henüz altıncı günde deneyi kesiyor. Tabii ki müthiş bir olay olan deney, neredeyse 50 yıl boyunca tartışılıyor, etik olarak eleştiriliyor ve en yakını BBC'nin 2005'te yaptığı olmak üzere reality show formatında tekrarlanıyor. Tabii deneyin iyi bilindiği bir dünyada ön yargısız tekrar edilmesi çok zor. Bu arada 2001 tarihli, başrolünde Fatih Akın'ın Im Juli'sinin ve Tom Tykwer'in Lola Rennt'inin dolma dudaklı oyuncusu Moritz Bleibtreu'nün yer aldığı Das Experiment filmi de deneyden yol çıkan serbest bir kurmaca. İzlemeyenlere öneririm. Yönetmeni Oliver Hirschbiegel'i Bruno Ganz'ın unutulmaz performansıyla hatırlanacak Der Untergang filminden de anımsayabilirsiniz. En iyisi bu olmakla beraber deney üzerine çekilmiş birkaç film daha var.
Şimdi bu deney bize neyi gösteriyor? Aslında çok net çıkarsaması şu. Bireyler kendilerine biçilen sosyal rollere uymak için şiddet dahil olmak üzere tüm yollara başvururlar. Bireyin sosyal rolü otorite kurmayı gerektiriyorsa otoriter olur, itaat etmeyi gerektiriyorsa itaatkâr. Yani insanların davranışlarını çevresel etmenler şekillendirir. Buradan yapabileceğimiz bir çıkarım, tutumu farklı olan insanlar çevresel etmenlerle bir davranışa zorlanıyorsa ve bu zorlanmanın faydasını anlamlandıramıyorsa (örneğin karşılığında maddi bir ücret veya beğenilme, takdir edilme gibi manevi tatmin duygusu yaratacak karşılıklar almıyorsa) bu durum onlarda bilişsel çelişkiye neden olacağı için, zaman geçtikçe tutumlarının da değişeceğinin beklenmesinin mantıklı olduğudur. Zimbardo, özellikle utangaçlık üzerine yaptığı çalışmalarda bu duygunun insanı kendi içinde hem mahkum hem de gardiyan rolüne ittiğini ve döngüsel şekilde sosyal anksiyeteye varacak boyutta özgüven eksikliğine yol açtığını belirtmiştir.
Sıradan İnsanlar Nasıl Kötü Olur?
2007 tarihinde hayatı boyunca yaptığı çalışmalardan örnekler sunduğu The Lucifer Effect isimli kitabında, kendisinin iblis etkisi dediği, sıradan insanların nasıl kötülüğe sürüklenebildiğiyle ilgili olarak bazı adımlar sayar. Bunlar kısaca şöyle:
- İnsanları insan gibi görmemek ve ötekileştirmek. Bu yaklaşım empatiyi azaltacağı için zulmü kolaylaştırır.
- Sorumluluğun bireylerden alınması ve topluluklara dağıtılması. Bir işten, bir aksiyondan herkes sorumluysa esasında kimse sorumlu değil demektir.
- Otoriteye koşulsuz itaat. Bireyin kendi başına yapmayacağı kötü veya etik olmayan şeyleri, otoritenin talep etmesi halinde itaat etme isteği dolayısıyla yapabilir olmasına yol açar.
- Kişinin kendi birey olma halinden kopup, kendini yalnız bir grubun parçası gibi görmesi. Bunun en iyi örneği futbol maçına giden seyircilerin, muhattabı ile birebir karşılaştığında aklından bile geçmeyecek küfür veya kötü sözleri, tribüne ait olmanın etkisiyle bağırarak söyleyebilmesidir. Bu gruba ait olma halini günlük hayatına yansıtan bireyin kendi kişiliği gittikçe silinecektir.
- Hiçbir şey yapmayarak kötülüğe göz yummak. İzleyici etkisi de denilen, özellikle topluluk içinde bir kötü davranışla karşılaştığında nasıl olsa başkası uyarır mantığıyla sesini çıkarmamak, kötü davranışın engellenememesi halinde bireyi suç ortağı psikolojisine sokacaktır.
- Kötülüğe küçük adımlarla sürüklenmek. Bireyler her şeye olduğu gibi kötülüğe de aşamalı olarak adapte olurlar. Küçük gibi görünen kötü eylemler tekrarlandıkça normalleşir ve birey daha büyük kötülük eylemleri konusunda güven kazanır.
Geçtiğimiz aylardan başlayarak birbiri ardına ayyuka çıkan ve herkesi şoke eden şiddet eylemlerinin nasıl gerçekleştiğini, tarih boyunca olagelmiş, hala da devam eden insanın insana ettiği zulümün nasıl bitemediğini aslında Zimbardo'nun bahsettiği bu adımlar anlatıyor. Her şey küçük adımlarla başlıyor ve esasında korkudan kaynaklanıyor. Başaramama, yetememe, dahil olamama, sevilmeme, kaybetme korkuları insanı oradan oraya çekiştiriyor. Bu korkular bir de kötülüğün emredileceği, yoksayılacağı, anonimleşeceği ve normalleşeceği ortam/otorite/grup bulunursa, işte film orada kopuyor. Star Wars Episode I: The Phantom Menace'te Yoda'nın dediği gibi, korku öfkeyi doğuruyor, öfke de nefreti. Nefret ise cefamız oluyor.
Bitirken bir de Yılmaz Erdoğan'ın vaktiyle severek izlediğim Bana Bir Şeyhler Oluyor oyunundan anlamlı ve konuyla alakalı bulduğum bir repliğe yer vermek istiyorum:
Zulüm, kimse zalimlik yapmayınca biter. Mazlumlar dahil.
Sevgiyle kalın.