Utku Cevre

Sinüs Dalgası

Hayatlarımız hep aynı çizgide sürmüyor. "Her şey ne kadar da iyi gidiyor!" dediğiniz an, çok geçmeden duyduğunuz bir haberi, başınıza açılan bir derdi, hırpalanan bir ilişkinizi düşünün. Akla tabii Murphy Kanunu geliyor. "Ters gidebilecek her şey ters gider," diyor ya. Tabii aynı anlayışla bir anda dibe vuran hayat akışının tam zıddı da mümkün. En yalnız, çaresiz, belki umutsuz kaldığınız anda evren size gülümsüyor. Biriyle tanışıyorsunuz, ortada bariz neden yokken bir iltifat alıyorsunuz, en basitinden yediğiniz yemek size müthiş bir afiyet veriyor.

İnsan ömrü bir sinüs dalgası gibi.

sineWave

Dönüp baktığımızda bu sinüs dalgasının zirveleri ve dipleri pek nadir aklımızda kalıyor, çünkü bunlar çok kısa sürüyor. İnsan hafızası en çok gezindiği anıları daha çok hatırlamaya meyilli. Doğumdan beri rahatsızlığımız ve ilerleme çabamız hep bu tam olmamışlık halinden ileri gelmiyor mu zaten? Stoacı filozof Epictetus'un dediği gibi:

Bir insanın bildiğini sandığı bir şeyi öğrenmesi imkansızdır.

Kendimizden emin olamayışız ve samimi muğlaklığımız hep bu daha iyisine olan meraktan, işin aslını öğrenme isteğinden değil mi? Belki o yüzden düştükten sonra kalkmak, bizi düz yolda yürümekten daha çok geliştiriyor. Eriştiğimiz zaferlerin patikası ter, kan, gözyaşı, acı ve ıstıraptan geçiyor. Tıpkı vücut geliştiricilerin antrenman esnasında adelelerini yıkıp sonra protein alarak kas geliştirmesi gibi, öz varlığımız da o an sarsılıyor, hayal kırıklığına uğruyor, korkuyor, şoke oluyor... Sonra hepsi bitiyor, talihsizlikler unutuluyor, geriye epeyce tecrübe ve daha iyi bir ben kalıyor.

Peki kişisel gelişim sürecinde kendimize ve çevremize nasıl davranmalıyız?

Şiddetsiz İletişim kavramı 1960'larda psikolog Michael Rosenberg'in ortaya attığı bir iletişim yaklaşımı. En önce şefkatle yaklaşmamız gereken kişi kendimiz olduğundan örnekleri bunun üzerinden vereceğim. Şiddetsiz iletişim yaklaşımında:

  1. Yargıların yerini gözlemler alıyor. Yani "Ben dakik bir insan değilim," yerine "Zaman zaman görüşmelere geç kalabiliyorum," demek; üzerinde çalışılıp değiştirilebilecek bir aksiyonunuzu, bir karakter özelliği olarak benimsemekten yeğ.
  2. Duyguların ifadesi gerekiyor. Yani üzüldüyseniz teessür, kızdıysanız öfke, sevindiyseniz neşe ifadelerini hem kendinize hem de dışarıya karşı vermelisiniz. Seviyesi önemli değil, kişiden kişiye değişir. İfade edilmeyen duygular sizi hasta eder. Duygu ifadesinden bir sonraki aşamada da tabii sıra duygularınızı anlamaya çalışmaya geliyor. Neden böyle hissediyorum? Bu soruyu cevaplayabildiğimiz anda çevremizin de neden bazı tepkileri verdiğini, neler hissettiğini anlamaya başlıyoruz. Yani empati önce kendi benliğimizde vücut bulmalı.
  3. İhtiyaçlarımızın ne olduğunu belirlememiz ve bu yönde talepkâr olmamız gerekiyor. İhtiyaçların da çeşitleri var; basit bir imrenme, gelip geçici bir heves, saplantılı bir tutku veya bir başka ihtiyacın öncülü, bir ön ihtiyaç gibi. Bir şeyi neden istediğimizi öncelikle kendimize karşı dürüst olarak belirlersek, sonra bununla ilgili bir talep yapıp yapmayacağımız da ortaya çıkıyor. Diğer türlüsü bizi talepkar değil şikayetçi olmaya itiyor, bu da hem gerçek ihtiyaçlarımızı karşılamamızı engelliyor, hem de bizi negatif ve düşük seviye duygulara itiyor.

Bu çerçevede bakarsak yapmamız gereken esasen, sinüs dalgasının dipte kalan kısımlarının yasını dosdoğru tutmak ve üstte kalan kısımları için şükür ile takdiri eksik etmemek. İnsanları sevmeye kendinizden başlayın ve hayatın git geli içinde yine kendinize bu kadar çok yüklenmeyin. Elinizden geleni yapıyorsunuz ki bu okyanus en sert kayaları bile öğütüp pürüzsüz kuvarslara dönüştürmekle mükellef. Sevgiyle kalın.

ozSefkat

#deneme #kişisel_gelişim