İlk Anılar
Filmlerle ilgili ilk anım, yarım kalan bir sinema macerası. İzmir Güzelyalı'da, 80'lerin sonunda aktif olan bir açık hava sinemasında, Süpermen'in tarlada biçerdöverin altında kalmak üzere olan bir çocuğu kurtardığını hatırlıyorum. Sonra evde kırmızı pelerin bulamadığım için pembe örgü bir örtüyü sarınıp divanlardan atladığımı. Çok sonra öğrendim, o gün sinemada iskemlelere çıkıp "Ben Süpermen'im" diye ortalığı birbirine kattığımı ve filmin yarısında çıkmak zorunda kaldığımızı. Tahminen 4-5 yaşlarındayım, henüz okula gitmiyorum, çocukluk işte.
80'lerin sonu 90'ların başında, 2000'lerin DVD kiralayan dükkanları veya şimdinin sinema filmi kiralama sitelerine tekabül eden mahalle videoklüpleri yaygındı.
Evde video oynatıcısı olanlar için bu mekanlar makul fiyatlara video kaset kiralardı ve arşivleri epeyce geniş olurdu. Bizim de en büyük keyfimiz, yakınımızdaki bir videoklüp olan Çaba Video'dan kaset kiralayıp, evimizdeki Betamax videomuzla film izlemekti. Filmler büyük plastik kutuları içinde, duvarlarda görkemli bir biçimde dizili dururdu. Kasedin kiralanma süresi olan iki üç günlük periyotlarda bu dükkanı her ziyaret ettiğimizde, çocuk filmleri, macera filmleri, çizgi filmler, ödüllü filmler gibi kategorilerle tasnif edilmiş rafların arasında ilgiyle dolaştığımı hatırlıyorum. Dükkandaki çoğu çizgi filmi, Disney yapımı çocuk/gençlik filmlerini, Geleceğe Dönüş, Indiana Jones, E.T. gibi klasikleri bu sayede bir ya da birkaç defa izledim. Şimdi düşününce, video oynatıcımız benim için ulaşılması zor ve yasak bir ülkü değil, diş fırçası veya yorgan gibi sürekli kullanılabilecek bir araçtı. Çünkü tatlı evimizde, videomuz ve eski televizyonumuz benim odamda, erişebileceğim uzaklıkta dururdu. Sinema sinemada izlenir derler ama, ben sinemayı, kiraladığımız kasetleri özgürce izleyebildiğimiz sekiz kanallı Sanyo televizyonumuzda sevdim. Bu arada unutmadan Raksotek firmasının ortaya çıkmasıyla kiralama devrinin yavaş yavaş kapanmaya başlayıp, satın alma dönemine geçiş yapıldığını söylemek gerek. Aldığımız çizgi film video kasetlerinden bir yığın hala bir yerlerde durur. 90'ların ortalarıyla birlikte Betamax video oynatıcımız, kayıt yapan bir VHS oynatıcıya; Sanyo televizyonumuz, döneminin güzel televizyonlarından Vestel Black serisine dönüştü. 90'ların sonunda ise ülkemiz VCD denilen vasat ve fakat pek yaygın format ile tanıştı, bu ise başka bir yazının konusu.Ben çocukken İzmir'in meşhur sinema salonları vardı.
Karaca ve Çınar, bunlar en büyükleriydi. Karaca Alsancak Sevgi Yolu'nun sonunda, Çınar Konak'ta Yeni Karamürsel Mağazaları'nın üstündeydi. Kemeraltı'nda dörder salonlu Şan ve Sema sinemalarıyla, üç salonlu Konak sineması bulunurdu. Bornova'da Çamlıca ve Batı, Nokta'da Hatay, Karşıyaka'da Deniz sinemalarını da sayınca zaten İzmir'deki sinema salonları bitiyordu. Bugün bunlardan yalnızca Karaca sineması ayakta kaldı, devasa salonunu birkaç parçaya böldü ve Başka Sinema salonlarından biri olarak (http://www.baskasinema.com) ilk çıktığı dönemin aksine, bugün sanat filmi ağırlıklı bir program izliyor. Benim Karaca sineması ile tanışmam ise, sinemada gittiğimiz ilk büyük prodüksiyon film olan Jurassic Park ile başladı. O dönemin çocukları gayet net hatırlayacaktır, filmin gösterime girmesi ile piyasada Dinozorlar diye bir ilkgençlik dergisinin türemesi aynı zamana denk geldi. Açılış sayısında derginin ortasındaki dinozor resmini üç boyutlu görmeye yarayan bir kağıt gözlük hediye etti. Ben bu gözlükle beraber dergiyi almayı bıraktım, düzenli alanlar ise uzun aylar sonunda 30-40 cm boylarında bir T-Rex maket oyuncağına kavuştular. Filmi izlediğimiz gün, Dolby Digital ses eşliğinde merak, heyecan ve korkuyu bir arada yaşadığımı hatırlıyorum.
Bizim nesil, kaliteli çocuk dergilerine yetişmiş son nesil.
Kapanana kadar Türk çocuk dergiciliğinin çınarı olan Doğan Kardeş (sonradan Manga mecmuası olarak hortlayan ile bambaşka kulvarlardalar), Bando, Milliyet Kardeş; özellikle bu üç dergi, okumayı söktükten sonra her ay evimize girdi, baştan sona okundu, tüm çizgi öyküleri ve zıpır bilmeceleri ezberlendi, tüm zeka oyunları çözüldü. Bu durumun bana kattığı en güzel şey, uzun yıllar sürecek bir dergi okuma alışkanlığı oldu. Okuduğum çocuk dergileri kapanırken, dünyada Disney ikinci baharını yaşıyor, Alaaddin, Arslan Kral, Pocahontas, 101 Dalmaçyalı filmleri üst üste gişe rekorları kırıyor, TV'de Duck Tales, gazete bayilerinde ise Donald Amca, Disney Dünyası gibi dergiler gırla gidiyor, çocuk yaştan başlayan dergi okuma alışkanlığıyla bunlar da evimize giriyor, benim tarafımdan en az iki tur okunuyordu. Ortaokulda ise takip edilecek dergi boşluğuna ilaç gibi gelen bir kültür kaynağı ile tanıştım: Sinema Dergisi. Tüm sayıları halen sevgiyle kütüphanemde duran ve en güzel koleksiyonum diyebileceğim bu güzide dergi, beni yönetmenlerle, janrlarla, eleştirmenlerle, oyuncularla, kült filmler ve modern klasiklerle, festival filmleri ve akademi ödülleriyle, kısaca baştan sonra sinefillikle tanıştırdı. Sonrası film izlemek, anlamaya ve yorumlamaya çalışmakla geçti.