Çocuklarımız İnsanca Yaşamalı
Son Osmanlı Mebûsan Meclisi 1920 yılının Ocak ayının sonunda toplandığında, mebus kadrosunda Mustafa Kemal Paşa'nın kurdurduğu Felah-ı Vatan (Vatanın Kurtuluşu) grubu çoğunluktaydı. 1919'da yapılan Erzurum ve Sivas kongreleri kararlarını destekleyecek şekilde Mîsâk-ı Millî manifestosunu 6 madde olarak kabul eden meclis, Şubat ayının ortasında kamuoyuna açıkladığı kararlarıyla, açıkça Boğazlar, azınlıkların durumu, ülke sınırları ve tam bağımsızlık (özellikle de kapitülasyonları kaldırmak suretiyle ekonomik bağımsızlık) konusunda görüş bildirmiştir. Cumhuriyetin ilanına dek Türk dış politikasının dayanak noktası olacak bu metin, ülkenin açıkça sömürge pozisyonuna düşmek istemediğini yedi düvele ilanıdır. Cevabı 16 Mart 1920'de İtilaf devletlerinin İstanbul'u işgal etmesi ve birçok milletvekili, muhalif gazeteci ve düşünürü Malta'ya sürgün olarak göndermesi olmuştur. Bu da açıkça "Hayır, biz sizi sömürge yapmak istiyoruz!" anlamına gelir. 23 Nisan 1920'de Ankara'da toplanan Büyük Millet Meclisi işte bu şartlar altında bir araya geldi. Esasında imparatorlukların dağılma dönemlerinde, bunların içinden doğan yeni devletlerin meclisler üzerinden örgütlenmesi alışılmadık bir durum değildi (en bilineni 1. Dünya Savaşı sonrası yıkılan Alman İmparatorluğu'nun 1919'da Weimar kentinde toplanan bir anayasa yapıcı meclis önderliğinde Weimar Cumhuriyeti olarak tekrar kurulmasıdır). Ancak TBMM dışında bu meclislerden hiçbiri bağımsızlık için savaşmak zorunda kalmadı. Neticede Osmanlı'nın 1911'deki Trablusgarp Savaşı'ndan başlayarak, Balkan, Dünya ve Kurtuluş olmak üzere 1922'ye kadar kesintisiz savaştığı, ağır nüfus kayıpları yaşanan, sinir yıpratıcı, ekonomik anlamda büyük zorlukların çekildiği bir dönemden bahsediyoruz. Tabii bu dönemde yitip gidenlerin geride bıraktığı çocukları da vardı.
1909'da İttihat ve Terakki hükümetleri sırasında açılan darüleytam yani diğer bir deyişle yetimhaneler (yukarıda Konya'da açılandan bir fotoğraf var), savaşlar sonucu yetim kalan çocuklara bakım vermek için İstanbul ve diğer bölgelerde açıldı ancak verilen kayıpların fazlalığı dolayısıyla yetersiz kalmaya başladı. 1917'de önce İstanbul'da, daha sonra milli mücadele dönemi olan 1921'de Ankara'da açılan Himaye-i Etfal Cemiyeti yani bizim uzun yıllar bildiğimiz ismiyle Çocuk Esirgeme Kurumu, dernek olarak işte bu yüzden kuruldu. Yetim kalan şehit çocuklarına bakım vermekten çocuklar için sıhhiye hizmetine, pastörize süt dağıtımından çocuk bahçeleri açılmasına, diş muayenesi hizmeti sağlamaktan "Çocuk Bakıcı Okulu" açılmasına kadar birçok alanda etkili olan dernek, bu faaliyetler için gelir sağlamak adına 1923'te Atatürk'ün de desteğiyle, TBMM'nin ilan günü olan 23 Nisan'a özel pul bastırdı. Ertesi yıl yine Atatürk'ün desteğiyle eşi Latife Hanım'ın derneği temsil etmesi üzerine kamuoyunda yer bulma ve 23 Nisan'ı çocukların öne çıktığı bir kutlama günü olarak benimsetme şansı yakaladı. Nihayet 23 Nisan 1927'de Millet Meclisi 23 Nisan'ın Çocuk Bayramı olarak kutlanmasına yönelik resmi bir bildiri yayınladı. Kanunla tespit edilmese de 23 Nisan bu şekilde çocuklara, özellikle de şehit çocuklarına ve kimsesizlere armağan edilmiş oluyordu. Mustafa Kemal'in unutulmaz sözü zaten biraz da bunu anlatmıyor mu?
Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.
Çocuk Esirgeme Kurumu kamuya yararlı dernek statüsünde yıllarca çalıştıktan sonra, 1980 askeri darbesiyle birlikte tıpkı Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu gibi tüm diğer derneklerle beraber kapatıldı. 1983'te çıkan kanun 23 Nisan'ı Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kabul ediyor, Çocuk Esirgeme Kurumu da artık bir kamu kurumu niteliğinde 1983'ten itibaren Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı bağlı olarak, 1991'den sonra ise Başbakanlık'a bağlı olarak var olmayı sürdürüyordu. 2011'de ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın kurulmasının ardından kurum olarak faaliyetleri sonlandı ve görevleri bakanlığa devredildi.
Şimdi gelin bu 23 Nisan günü ülkemizdeki çocukların bir kısmıyla ilgili bazı istatistiklere bakalım - kaynak -
- 2024 yılı sonu itibariyle ülkemizin nüfusunun %25,5'luk kısmı çocuklardan oluşuyor. 0-17 yaş arası herkes çocuktur.
- Bu çocuklardan 15-17 yaş arasında olanların iş gücüne katılım oranı 2020'da %16,2 iken 2024 sonu itibariye %24,9'a yükselmiş. Yani bu yaş grubundaki her dört çocuktan biri, toplamda 970 bin çocuk işçi olarak çalışıyor. Bunlara ek olarak Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) programı, eski adıyla Çıraklık Eğitim Merkezi kapsamında 504 bin çocuk da çırak olarak işletme ve inşaatlarda çalışıyor. Yani toplamda yaklaşık 1,5 milyon çocuk aktif olarak işgücüne katılmak zorunda kalmış ve bu sayı her sene artıyor. Kayıt dışı çalışan çocukları da katarsanız bu sayıların nerelere gittiğini tahmin edebilirsiniz.
- Her 100 çocuktan 9'unun ailesinin yeni giysi alacak, 11'inin ikinci bir çift ayakkabı alacak parası yok. 100 çocuktan 10'u taze meyve-sebze tüketemiyor. Her 3 çocuktan 1'inin günde 1 öğününde et, tavuk veya balık yeme şansı yok. 100 çocuktan 17'si yaşına uygun kitaplara ulaşamıyor, 21'inin evde ders çalışacak yeri yok.
Yaklaşık 22 milyon çocuğumuz var. Ülkemizin geleceği onlardan birkaç yaş büyük gençlerimizle birlikte en çok işte bu çocuklarımızda. Çocuklarımızın yurt dışındaki yaşıtlarıyla rekabet edebilmesi için sağlıklı beslenebilmesi, sağlıklı kalabilmesi, o akşam ne yiyeceğini, nerede uyuyacağını düşünmemesi, en önemlisi de bir işletmede değil okulda olması gerekiyor (12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü bu açıdan önemli). Bunları tam olarak sağlamadığımız sürece kalkındık diyemeyiz. Önemli olan insanca yaşamak. 23 Nisan'ı ulusal egemenliğimizi ilan ettiğimiz günün hatırasıyla kutlarken, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bize bu vatanı hediye edenleri saygıyla ve minnetle anıyorum. Onlara borcumuzu ancak çocuklarımızı başları dik, karınları tok, zihinleri açık biçimde yaşatabildiğimiz zaman ödeyebiliriz.
Sevgiyle kalın.